FAIL (the browser should render some flash content, not this).
 





Son Yolcu: Hamid


Son devrin büyük hattatlarından merhum Hamid Aytaç bir hatırasında şunları naklediyor:

“Bir gün cülus münasebetiyle şenlikler hazırlanırken amcazademi ziyaret için belediyeye gitmiştim, orada bir tuğra yazdım. Bunu görenler bana Sultan Hamid’in tuğralarını yazdırdılar. Üç günlük emeğime mukabil bir altun lira vermişlerdi. Sevinçle eve gelip bir altun lirayı pederime gösterince sert bir ifade ile “Nereden buldun bunu?” diye sordu. “Bulmadım, belediyede yazı yazdım. Buna mukabil bunu verdiler” dedim. Daha önce yazıya olan hevesim dolayısıyla dersimi ihmalden ötürü, pederim yeminle beni yazıdan men etmişti. Bu sefer memnun oldu ve yemin kefaretini ödeyip yazı yazmama kesin olarak izin verdi.”

Hamid Aytaç’ın vefatına yakın sıralarda Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde kendisi ile bir mülakat yapan İsmail Yazıcı, onun daha birçok hatırasını tespit etmiştir. Bunlar, birbirinden güzel ve manalı hatıralardır ki birkaç tanesini, teberrüken, buraya kaydetmeyi uygun görüyoruz.

Merhum Hamid Aytaç diyor ki:

“Pederim beni yazıdan men etmesine rağmen ben bir türlü vazgeçemiyordum. Uzun kış gecelerinde sabahlara kadar lambanın ışığında çalışırdım. Hatta bir gece babam “Artık yat, sabah mektebe gideceksin, kakamazsın” dedi. Ben de “Merak etme kalkarım” cevabını verdim. Odamdan ayrılıp gidip yattı. Ben yatmadım. Biraz sonra tekrar geldi, baktı ki ben hâlâ çalışıyorum. “Ben sana yat demedim mi?” diye gürleyerek lâmbayı söndürdü. Ben çaresiz yattım fakat yazım yarım kaldı. Aklım hep ondaydı bir türlü uyuyamıyordum. Bekliyorum derin uykuya dalsınlar da kalkıp tekrar yazayım. Bir müddet geçtikten sonra tekrar kalktım, etrafı kontrol ettim. Eh tam zamanıdır, gaz lambasını yaktım yazıyı tamamlamaya koyuldum. Aksilik bu ya babam gürültüme uyanmış. “Sen tekrar kalkmışsın yazıyorsun ha!” diyerek lambayı söndürdü, kapının dışına koydu. “Hadi yat” diyerek kapıyı üstüme kilitledi. Ben de çaresiz yattım. İşte ben hep bu azimle çalışırdım. Bugünlere bu sayede geldim.”

Merhum Hamid Aytaç İstanbul’a geldikten sonra da çok sıkıntılı günler geçirmiş olup buna rağmen yazı yazmaktan vazgeçmeyerek unutulmazlar arasına girmeyi başarmıştır. İstanbul’a gelişinin ilk yılları ile ilgili hatıraları da hayli ilginçtir. Şöyle anlatıyor:

-“İstanbul’a geldiğimde bir han odası tutmuş orada kalıyordum. Babam her ay bana üç altın lira gönderirdi. Daha sonra bu para kesildi. Hayli sıkıntılı günler geçirdim. Hatta bir ara üç gün aç kaldım. Devamlı yemek yediğim küçük bir lokanta vardı.

Sahibi “İstavri” adında bir zâttı. Yemek yemeye gelmeyince durumumdan şüphelenmiş. Bana “Bre ! Sen yemek yemez misin?” diye sordu. Ben de “Memleketten para gelmiyor” dedim. “Paran gelinceye kadar buradan yiyeceksin” dedi. Onun o iyiliğini hiç unutmam. Tahsil hayatım yarıda kalınca piyasada iş bulmak ve çalışmak mecburiyetinde kaldım. İlk önceleri ufak tefek işler yapıyordum. Bahsettiğim lokantacı kişi beni bir zata götürdü.”Efendinin yazısı çok güzeldir, kendisinden istifâde edebilirsin” dedi. O zât bir yerden yazı siparişi almış onları tab ediyordu. Ben yazıları eczalı kağıt üzerine yazıp kendisine veriyordum. Bu esnada Maarif Nezareti’nin (Bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı) mekteplerde yazı hocalığı münhaldir, diye gazetelerde çıkan ilânı üzerine ben de imtihana iştirak ettim. Muvaffak olmuşum. Evraklarımı tamamlayıp gittim. Memur: “Oğlum mevzuata göre 20 yaşın bitirmiş olanlar olabilir. Senin yaşın ise 18, git yaşını büyüt öyle gel” dedi. Ben de: “Beyefendi ben yaşımı büyültsem bile hakikatte yine 18 yaşında olacağım. Bakınız benden daha yaşlılar var onlar muvaffak olamamış, ben muvaffak olmuşum. Akıl yaşta değil baştadır” dedim. Ben dışarı çıkmak üzere geriye dönerken konuşmamızı dinleyen oradaki yaşlı bir zât “Oğlum al şu kağıdı Haseki Semti’nde Gülşen-i Maarif Mektebi vardır. Oraya gel” dedi. Meğer o zat o mektebin müdürü imiş. Ertesi gün doğruca Haseki’ye gittim. O mektebin muallimi olduk. Burası özel bir mektep idi. Hocalarımdan öğrendiğim Usul-i Tedrisi burada aynen tatbik ediyordum. Talebeler arasında hayli gelişmeler olmaya başladı. Hatta öyle ki, talebeler benim gelmemi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Ben geldiğim esnada da birbirlerine hitaben “Efendiler susun mektebin yazı hocası geldi” diyorlar. Sınıfı büyük bir sessizlik kaplıyor, ben içeri girer girmez diğer sınıfın çocukları da benim sınıfıma giriyorlardı. Hatta bu yüzden diğer muallimlerle aramız açılmış mesele müdüre kadar intikal etmişti. İşte o talebeler arasında bulunan ve bir trafik kazası neticesi vefat eden çok kıymetli talebem Halim Bey böyle yetişti. Merhum Hamit Aytaç, asıl ismi Musa Azmi olmasına rağmen niçin Hamit ismini kullandığını da şu hatırasını naklederek açıklıyor:

“Kullandığım bu Hamit isminin doğuşunun lâtif bir hatırası vardır. Erkan-ı Harbiye dairesi hattatı olarak çalıştığım esnada akşamları boşta kalan zamanlarımı değerlendirmek düşüncesiyle Nuruosmaniye’ye giden yol üzerinde ufak bir dükkan vardı orayı tuttum. Akşamları mesai biter bitmez elbiselerimi değiştirip doğruca dükkana gelip çalışmaya başlıyordum. Tabii şimdi olduğu gibi o zaman da devlet memurlarının ikinci bir işte çalışmaları yasaktı. Bu yüzden asıl adımı kullanamadığım için “Hattat Hamid Yazı Evi” diye bir yazı astım. Müşteriler fazlalaşmaya başladı. Hatta, matbaa müdürü bir gün bana bu durumdan bahisle “Musa Bey, Cağaloğlu’nda Hamid isimli bir hattat var, güzel yazı yazıyor. Tahkik et onu matbaaya alalım” dedi. Fakat çok geçmeden mesele anlaşılmaya başladı. Çalıştığım müessese, askeri hizmette iken başka işlerle meşgul oluyor diye beni mahkemeye verdi. Bu yüzden hakim huzuruna çıktım. Bereket versin hakim İsmail Hakkı Altunbezer’i tanıyormuş. Ben kendisine askeri doktorların iş harici muayene açtıklarını bunlara müsaade edildiğine binaen böyle bir işe tevessül ettiğimi söyledim. Hakim de anlayışla karşılayarak bana ceza vermedi. Neticede beraat ettim. Fakat çalıştığım daire sıkıştırmaya başlayınca istifa etmek mecburiyetinde kaldım. Hamid ismi umûmileşince bir daha değiştirmek istemedim. Nüfusa tescil ettirdim. “Asıl adım Azmi iken azmettim Hamid oldum. Şimdi Allah’a hamd ediyorum. Bu imzaya çok şey borçluyum.”

Merhum Hamid Aytaç‘ın vefatı sırasında yerini vekil ve reisü’l-hattatin olarak bıraktığı Hafız Hasan Çelebi hocasının, hat sanatımızın dehalarından Mustafa Rakım’a büyük hayranlık duyduğunu belirterek şunları söylüyor:

“En çok hayranlık duyduğu Rakım’dır.” Eslafın hepsine hürmeti sonsuzdur. Her ne kadar birinin yolunu tutmamış ise de onları tenkid de ettirmezdi. ”Onlar olmasaydı biz olmazdık.” derdi. Bir gün elinde Sami Efendi’nin matbû bir yazısı vardı. Guaş boya ile (A’yın) harfinin kaşını tashih ediyorduk. “Üstadım, sizin yaptığınız daha güzel oluyor” dedim. “Hayır, bunlar üstaddır” dedi.

Amme suresini yazarken bir kelimenin istifinde müşkil kalmış, Rakım’ın Nusretiye Camii’ndeki Nebe’ Suresini gidip orada tetkike dalıyor. “Ve bir de baktım ki dört saat olmuş” diyor. Rakım’a bu kadar hayrandı. Şeyh Hamdullah’ı da çok severdi, sık sık ondan bahsederdi. Hatta ölümünden sonra oraya defnedilmesini vasiyet etti, ve bu vasiyete uyarak kendisini oraya defnettik.

 
İlgili Bağlantılar:

HatveSanat©  Gizlilik Beyanı Kullanım Şartları
Ana Sayfa   |   HatveSanat   |  Sponsorluk   |   Reklam   |   İletişim