FAIL (the browser should render some flash content, not this).
 





Farklı Bir İnsan

Merhum Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver Kök mecmualarında dört sayı devam eden “Zat-ı Sâmî’lerini ziyaret” isimli pek güzel bir yazı neşrederek hattat Sami Efendi hakkında duyduklarını nakletmiştir. Bu yazıdan anlaşıldığına göre büyük hat dehası Sami Efendi hoş meşrep, hafif ruhlu, nüktedan, velhasıl rind meşrep bir zattır. Çok defa güzel hikâyeler anlatarak etrafındakileri güldürür, ama kendisi hiç gülmez! Geceleri sokağa çıkmaz. Gece sohbetleri tertip eder ve misafirlere ikramı pek sever. Misafirler için bahçesinden bizzat meyve topladığı ve akşamüzerleri onlara süt ikram ettiği görülür. Sabah erken kalkar ve kendi hususi kahve takımı ile kahve pişirip iki bardak üst üste içer. Beş vakit namazını geçirmez, nafile namazlar kılar ve oruçlarını aksatmaz.

Talebelerine karşı hoşgörülüdür. Fakat bunu belli etmez. Onların şımarmalarına rızası yoktur. Daima nükteli konuşur, hazır cevap ve hoş sohbet bir insandır. Hakkında birçok şey anlatılan bu büyük hattat günlerden bir gün talebelerinden Necmeddin Efendi’nin kendisine un kurabiyesi getirdiğini görünce, kalın bir ses ile: “Bana bak, ben böyle şeylerden haz etmem!” diyerek paketi elinden almış içeri girmiş. Fakat bir türlü dönmemiş. Odaya girince: “Ben ömrümde böyle şey yemedim” demiş ve hemen sağ elini kırmızı para kesesine daldırıp, aldığı bir mecidiyeyi uzatmış ve:”Haftaya bana bu kurabiyeden getir!” demiş. Sonra Necmeddin Efendi, kurabiyeciye tarifle onun evine göndermiş. Pencerenin önünde “Alâ un kurabiyelerim var,” diye bağırınca Sami Efendi: “Sen Necmeddin’in kurabiyecisi misin?” diye sorup hepsini satın almış ve misafirlerine ikram etmiş.

Sami Efendi anlatıyor:

“Mâlumu âlileri, vezaret menşurları Divan-ı Hümâyun’da yazılır. Nöbet hangi kalem efendisinde ise menşuru o yazar. Abraham Paşa’nın vezaret menşurunu, sırada olduğumdan ben yazdım. Resmi muamelesi bitince “Sen götür” dediler. Ben de Büyükdere’de paşanın çiftliğine götürdüm. Âdet üzere getirene bir hediye verilir. Menşuru eline verdim. Paşa o kadar memnun oldu ki, bir torba altını karşıdan kucağıma fırlattı. Ben şaşırdım “Niye baktın az mı geldi?” diye bir torba daha uzattı. Ben büsbütün şaşırdım. “Beğenmedin galiba” diye bir torba daha boşalttı. Bunun üzerine “Bak bana paşa eğer bunları şakadan veriyorsan, ben aldığımı geri vermem ha?...” deyince hepimiz gülmekten kırıldık.

Sami Efendi’nin damadı Suad Bey anlatıyor:

“Peder, revaçta olduğu bir zamanda kendisi tarafından yazılmamış, lâkin imzalı bazı celi yazıların levhalanarak piyasada satıldığını duymuş. Dostları tarafından yapılan tahkikatta Valide Hanı’nda bir acem tarafından yazıldığı öğrenilince oraya gitmiş, kendisi olayı bize şöyle anlattı:

“Bir gün kalktım, Valide Hanı’na gittim. Dakk-ı bâb ettim, kalın bir ses: “Gel” dedi. Baktım ki iri yarı bir acem, ortada bir sehpa üzerinde bir levhaya eğilmiş. Herifin elinde bir fırça, diğer elinde nargile marpucu, tokurdata tokurdata içiyor. Bir yandan da yazı resmediyor.

“Mevlana kimin yazısı?” diye sordum. Kemal-i azametle başını çevirip bana baktı: “Sami’nin” dedi.

“Vallahi ben yazmadım, billahi ben yazmadım” deyince acem telaşla yerinden fırlyıp elime ayağıma kapandı. “Efendim, diğer hattatlardan her kimin olursa olsun, kalıplarından yapıp, hakiki imzalarından bile koysam, kimse on para vermez. Öyle sizin olmayan yazıyı yazıp da, altına imzanızı atınca, halk kapış kapış alıyor ve bende suretle çoluk çocuk geçindiriyorum. “Af buyurunuz” dedi. Ne ise adamı bu işten men ettik.”

Merhum Süheyl Ünver “Zat-ı Sâmi’lerini Ziyaret” isimli yazısının son taraflarında büyük hattat Sâmi Efendi için şu tespitlerde bulunuyor.

Yanında oturanlara dikkat eder. Bir gün hattat Abdülkâdir Efendi gelir. Hemen kapı yanındaki sandalyeye diz çökerek oturur. Sami Efendi bu vaziyete tahammül edemeyerek: “Hoca! Bacaklarını sallandır, öyle bir yalı kazığında oturur gibi oturma. Sandalye bacaklar insin diye yapılmıştır” der.

Birisine kızmış ise, başını pencereden uzatıp, ona:”Ben evde yokum” dediği de olur.

Telebesini misafirler yanında tevbih ettiği de olurmuş. Beğenmezse söylenir. Ders günleri on kadar talebe olurmuş. Arada misafirler de gelir, hikâyeler söyler. Ekserisi Ömer Vasfi Efendi üzerine. Salı günleri Ömer gelsin diye dört gözle bekler. İkisi de şakacı.

Hattat Bâhir’e bir gün demiş ki: “Sen de bizim gibi ihtiyarlayacaksın, yazıyı yazarsın, canın sıkıldı mı bırakırsın. Bir müddet sonra hatanı kendin görürsün.”

Yazılarını iyi muhafaza etmeyip katlayana kızar.

Kemankeş Bâhir bir gün Sami Efendi’den bahsederken dedi ki: “Hangi taşın altından kaldırsan çıkar, o mucize idi, mutlaka hayır dua ederdi. Zira yazıda çok titiz davranmıştır. İhmal ve laubaliliği yoktu.

Çok mütevazi idi. Bazen yazdığını talebesine göstererek “Bir şey (yani bir hata) görüyorsanız söyleyin Allah aşkına” derdi.

 
İlgili Bağlantılar:

HatveSanat©  Gizlilik Beyanı Kullanım Şartları
Ana Sayfa   |   HatveSanat   |  Sponsorluk   |   Reklam   |   İletişim